“Bir dizi film” üzerinden Hidayet
Karaca’ya kurulan kumpas
14 Aralık 2014 günü polis
operasyonu ile gözaltına alınan Hidayet Karaca, cezaevinde 5. yılını doldurdu.
Dosyası, bir çok açıdan ilklere konu oldu. Fethullah Gülen hakkındaki ilk
yakalama kararı bu dosyadan verildi. Erdoğan iktidarı ilk kez bir dini
cemaate polis operasyonu gerçekleştirdi. Gülerce, ilk kez bu dosyanın
hazırlanmasındaki rolüyle kumpasalara açık destek verdi. Hakyol tarikatına
yakın hakim ve savcıların adı ilk kez bu dosya ile öne çıktı. Savcılık ilk kez
mahkemenin tahliye kararına direnerek, tahliyeyi gerçekleştirmedi.
Karaca’nın gözaltına alındığı gün, STV’den dizi
senaristleri, dizi yapımcısı, grafikerler ve bir de stajyer gözaltına alındı.
Zaman Gazetesi Genel Müdürü Ekrem Dumanlı ile birlikte gazetenin bir kaç yazarı
ve çok sayıda polis de gözaltı listesindeydi.
İlerleyen saatlerde emniyet otoparkına giren bir polis
arabasının içinde Hüseyin Gülerce görüldü. Gülerce’nin hemen ardından,
Erdoğan’ın avukatlarından biri de emniyet binasına girdi. Erdoğan’ın avukatı ile Gülerce’nin
aynı anda Emniyette görülmesi kurulan kumpasın habercisiydi. Nezarethaneye konulmak
yerine müdür makamında ağırlanan Gülerce, bir kaç saat sonra yine polis
arabasıyla ayrıldı emniyetten. Aynı dosyada şüpheli olarak yer alan Gülerce’yi,
polisin Yenikapı Vapur İskelesi’nde karşılayıp emniyete getirdiği, ifadesinden
sonra tekrar Yenikapı’ya bırakarak Yalova’daki evine uğurladığı öğrenilecekti.
Hidayet Karaca’nın ne ile suçlandığını 4 gün boyunca bir
türlü öğrenemedik. Karaca’yı gözaltı süresi boyunca her gün bir kaç kez ziyaret
ettim. Ziyaretlerde yandaş gazetelerdeki haber ve yorumları okuyarak suçlamanın
ne olabileceği hakkında çıkarımlar yapıyorduk. Bir medya grubu Genel Yayın
Yönetmeni’nin, terör şubede ne işi olabilirdi ki?
Polis, ‘Her an ifadeyi alabiliriz’ diyerek emniyet
önünden ayrılmamıza fırsat vermiyor, fakat bir türlü ifadeyi de almıyordu.
Binanın dış kısmında avukatlar için ayrılan odada bekliyor, boş sandalye bulabilirsek orada uyumaya
çalışıyorduk.
Hidayet Bey de 4 gün boyunca fiziksel ve mental olarak
yoruldu. Nezarethane ortamı temiz değildi. Bunun yanında bir de zaten sağlık
sorunları yaşıyordu: Şeker, tansiyon, kolesterol, böbrek yetmezliği ve kronik
faranjit...
Yorgun geçen 84 saatin sonunda nihayet ifadesinin
alınacağını öğrendik. Önce dosyadaki gizlilik kararı tutuşturuldu
elimize, kararda bir kaç cümle ile şikayet konusundan bahsediliyordu. Sonra bir
kaç polis eşliğinde Terör Şube’nin 4. Katında yer alan, içerisinde 40 polis ve
MİT elemanının çalıştığı, başka bir polisin girişine dahi izin verilmeyen özel bölüme
götürüldük. Burası, dini bir cemaatten, nasıl terör örgütü üretilir atölyesi
olarak çalışıyordu. Aylardır yürüttükleri hummalı çalışmadan sonra, Hizmet
Hareketi’ne karşı ilk operasyonu yapmışlardı nihayet.
Koridorda ilerleyip, Savcı Hasan Yılmaz’ın olduğu
odaya alındık. Fuzuli Aydoğdu’da başka bir odada ifade alıyordu. Her ikisi
de adliye içinde Hakyol Tarikatı kökenli olarak bilinen kişilerdi.
Televizyon dizilerinde geçen konuşmaları okuyup,
bunlardan soru soruyordu savcı Hasan Yılmaz. Mesele anlaşılmıştı, kurgu ürünü
bir dizi film senaryosu üzerinden terör suçlaması yapılıyordu. Savcı, ifadenin
sonlarına doğru, yandaş bir internet sitesinde yayınlanan sözüm ona “ses
kaydından” bahsetti. Bu kaynağı belirsiz fakat amacı belli montajı
hatırlıyordum. Hem Gülen, hem de Karaca tekzip etmişlerdi. Hızlıca
maillerimi kontrol edip, şikayet dilekçelerini bulduktan sonra savcıya
göstererek, itiraz ettim. İtirazım üzerine savcı, sorusunu geri çekerek bu
konuda suçlama yöneltmekten vazgeçti. Hem Samanyolu TV’yi, hem de Gülen’i
vurmak için aylardır üzerinde çalıştıkları bomba, ilk dakikada savcının elinde
patlamıştı.
İfadeden çıktıktan
sonra o geceyi de Emniyet’te geçirdik. Sabah 5 civarında bir arkadaşımdan telefonuma
gelen mesajda, Hidayet Karaca’nın adliyeye götürüldüğünün NTV’de alt
yazı olarak geçtiği yazıyordu. Oysa polisler bize savcının hala emniyetteki
odada çalıştığını, sabah saatlerinde karar vereceğini söylüyordu. Beklemeden
Çağlayan adliyesi yolunu tuttuk.
4 günlük
gözaltı süresi dolmuştu. Adliyede saatler ilerliyor fakat mahkemeye sevk bir
türlü yapılmıyordu. Yasaya göre, gözaltı süresi dolan Karaca’nın serbest
bırakılması gerekiyordu. Ceza Muhakemesi Kanunu 91. Maddesi’nde şüphelinin en
fazla 4 gün gözaltında tutulabileceği açıkça yazıyordu. Aynı maddenin 6.
fıkrasına göre gözaltı süresinin dolması veya hakimin bırakması halinde şüpheli
derhal serbest bırakılır ve aynı suçlama ile tekrar yakalama yapılamaz.
İtirazlarımıza rağmen yasanın bu açık hükmü çiğnendi.
Hidayet Karaca o
geceyi adliyenin -7. Katında geçirdi. İlaç almak için su istediğinde bir polis
memurunun düşmanca hislerle söylediği “burası kafeterya değil” sözüne o
gece muhatap oldu.
Tutuklamaya sevk
yazısında bir sürprizle karşılaştık; Hasan
Yılmaz montaj kaydı geri çekmesine rağmen, tutuklama talebini bu sahte delile
dayandırılmaktaydı.
19 Aralık günü saat
14.00’de Sulh Ceza Hakimi Bekir Altun tarafından tutuklanmasına karar verilerek,
Silivri 6 No’lu Cezaevine götürüldü.
Cezaevindeki ilk
ziyareti, tutuklanmasının ertesi günü yaptım. İlk zamanlarda “Bir kaç ayda
çıkarım” diyordu. Bir dizi senaryosu nedeniyle üstelik sahte bir delil
kullanılarak, ne kadar tutuklu kalınabilirdi ki?
İlerleyen günlerde cezaevi
kampüsünde bir inşaat yapılmaya başlandı. Hızlanacak cemaat tutuklamalarına
hazırlık için yapılan 9 no’lu cezaeviydi bu. İnşaat tamamlanır tamamlanmaz
Karaca’da 9 no’lu cezaevine konuldu.
Tutuklular, cezaevi
koğuşundaki günlerinin her dakikasını
planlamıştı; Namaz saatleri, dua saatleri, kitap okuma saatleri, yemek
saatleri. “Cezaevinde vakit yetmiyor” klişesinin temelleri o zamanlar
atıldı. Ayrılırken, tekrar hangi gün, saat kaçta geleceğimi kararlaştırırdık.
Cezaevi ziyareti değil, randevulaşmaydı ziyaretler.
Haftanın bazı günleri
ben, bazı günleri diğer avukat arkadaşlarım ziyarete gitti. İstisnasız her
görüşmeye, koltuğunun altında kabarık dava dosyaları ile geldi Karaca.
Koğuşunda çalışır, görüşmelerimize dolu gelirdi. Görüşme kabini, çalışma odası
gibiydi. Tahliye talepleri, red kararları, Anayasa Mahkemesi başvurusu, ceza
hukukçularından alınan mütalaalar, yandaşların iftiralarına yapılacak
tekzipler, hakim ve savcılara açılacak tazminat davaları ve yapacağımız suç
duyuruları orada tartışılırdı.
Aylar ayları takip
etti, bir türlü tahliye kararı verilmedi; ta
ki, Nisan 2015’e kadar. Sabah Gazetesi bir gün, Karaca hakkında tahliye
kararı verileceğini yazdı. Haberi duyar duymaz adliyeye gittim, haber doğruydu.
Hakim, tahliye kararını yazdırıyordu. Ama daha karar yazılmadan, Sabah
Gazetesi’nde haberleşmesi, hayra alamet değildi. Belli ki tahliyenin önü
alınıyordu. İstanbul Başsavcısı, Adalet Komisyon Başkanı, HSYK müfettişleri gecenin
o saatinde apar topar Çağlayan Adliyesi’ne gelenler arasındaydı. Bu
isimlerin aynı katta toplantı yaptıklarını öğrendim. Güvenlik görevlileri,
adliye koridorlarında gezip, o an adliye içinde olan avukatların adını sorup
fişliyorlardı. Biraz çıkıştığımızda, Başsavcı Hadi Salihoğlu’nun avukatların
adının listelenmesi için kendilerine talimat verdiğini söylediler.
Gecenin ilerleyen
saatlerinde, o gün nöbetçi olmayan 10. Sulh Ceza Hakimi de adliyeye getirilerek
“Tahliye kararının yok sayılarak kararı
veren merciine iade edilmesi” şeklinde karar vermesi sağlandı. Hidayet
Karaca tahliye edilmiş, fakat tahliyesine izin verilmiyordu. Kanuna aykırı bu
tutum, daha sonra bir çok muhalifi mağdur edecek bir uygulamaya dönüşerekti.
Nihayet iddianame
yazılıp dava açıldı. Dosyada avukatların televizyonlarda yaptığı konuşmalar ve
twitt paylaşımları dışında yeni bir şey yoktu. Fişlemeler boşuna yapılmıyordu, artık
avukatlar da hedefteydi. Bu hem savunmaya açık bir gözdağı, hem de bu gün 2000
avukatı kapsayan soruşturmaların işaretiydi.
2016’nın Ocak ayında,
Ankara’da yürütülen meşhur çatı dosyasının operasyonları gerçekleşti. Bu
dosyanın savcısı, 15 Temmuz akşamı tüm illere gönderdiği yazı ile binlerce
hakim ve savcının tutuklanmasını isteyen Serdar Coşgun idi. 1 yılı aşkın bir
süredir cezaevinde bulunan Karaca’nın evine onlarca polis tarafından baskın
düzenlenerek çocuklarının bilgisayar ve tabletlerine el konuldu. Cezaevinden
bağlanarak verdiği ifade ve sorgunun ardından “kaçma şüphesi” gerekçesi ile
ikinci kez tutuklandı.
Cezaevi ziyaretlerini
15 Temmuz’a kadar aralıksız sürdürdüm. Hatta 16 Temmuz Cumartesi günü için de
cezaevi ziyareti planladım. Gece yarısı yaşanan darbe girişimine rağmen,
ziyaret fikrimden vazgeçmedim. Çünkü, duruşma günü yaklaştığından, savunma
metninin üzerinden geçmek için randevulaşmıştık. Sabah saatlerinde Silivri’ye
giden meslektaşlarım, cezaevi ziyaretlerinin durdurulduğunu, ne zaman izin
verileceğinin de bilinmediğini haber verdiler.
O gün, ziyarete gidemediğim gibi, daha sonraki günlerde de gidemedim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder