14 Aralık 2019 Cumartesi

Emekli Hakim Ümit Kardaş'ın Hidayet Karaca dosyası için verdiği Bilimsel Mütalaa


                                                
                                                BİLİMSEL MÜTALAA
                                                Hidayet Karaca müdafii  Av.Fikret Duran’ın başvurusuyla Hidayet Karaca hakkında  silahlı terör örgütü yöneticiliği suçundan soruşturma başlatıldığı ve kendisinin tutuklu olduğu belirtilerek CMK’nın 67. maddesinin 6. fıkrası uyarınca soruşturma ve kovuşturmalarda adli mercilere sunulmak üzere bilimsel mütalaa talebinde bulunulmuştur. Taleple birlikte  sunulan belgelere dayalı vakıalar, delilleri gösterir bilgilerle birlikte incelenip cevaplandırılması istenen sorular göz önüne alınarak hazırlanan bilimsel değerlendirme ve kanaatler aşağıda sunulmuştur.

SORU 1-Hidayet Karaca’ya isnat edilen silahlı terör örgütü yöneticiliği suçu açısından bakıldığında maddi ve manevi unsurların değerlendirmesini yapar mısınız? 
MÜTALAA:  
                       1-TERÖRLE MÜCADELE KANUNUN ANALİZİ
                           1-TMK, iç güvenlik birimlerince terör eylemlerinin önlenmesine ve suçlularının izlenip etkisiz hale getirilmelerine yönelik bir anti-terör kanunu değildir. Aksine bu kanun tamamıyla ceza hukuku, ceza yargılaması hukuku ve infaz hukuku alanlarında özel düzenlemeler getirmiştir. Bu kanun, söz konusu özel düzenlemelerle “kanun önünde eşitlik”, “tabii hakim” ve “adil yargılanma hakkı” ilkelerine aykırılık oluşturmakta, Türk Ceza Kanunu’nun içinin boşaltılması nedeniyle ceza hukuku sistematiğini bozmaktadır. Bu kanun ile yeni suç tipleri yaratılmamış, önemli cezalar içeren birçok suç TCK’dan aynen, sadece madde numarası belirtilerek alınmıştır. 
                           2- TMK’nın 3. maddesiyle “Devlet Güvenliğine Karşı Suçlar” ile “Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar” TCK’dan aynen madde numaraları ile alınarak doğrudan ‘terör suçu’ kabul edilmiştir. Yine TMK’nın 4. maddesinin (a) bendi ile TCK’da yer alan 50 kadar suç ta aynen madde numaraları belirtilerek kanun kapsamına alınmış, ancak bu suçların 1. maddede gösterilen amaçlar doğrultusunda suç işlemek üzere kurulan bir terör örgütünün faaliyeti çerçevesinde işlendiği takdirde terör suçu sayılacakları belirtilmiştir.
                         3- Doğrudan terör suçu sayılan suçlar devlet güvenliğine ve anayasal düzene karşı işlenen suçlardır. Bu suçlar TCK’da düzenlenirken korunmak istenen hukuki çıkar ile TMK’nın 1. maddesindeki terör tanımında sözü geçen kavramların koruduğu hukuki çıkar arasında hiçbir fark bulunmamaktadır.TMK’nın 1. maddesindeki terör tanımı içinde öngörülen  tüm  hukuki  çıkarları  TCK  zaten  korumaktadır. Üstelik  bu   suçların  çoğunun

                                                            -1-
TCK’daki cezaları ağırlaştırılmış müebbet hapis olup, bir kısmının ise uzun süreli hapistir. O halde TCK’daki bu suçları hiçbir değişiklik yapmadan başka bir kanunun içine aynen aktararak özel bir ceza kanunu yaratmanın hukuki, bilimsel ve mantıki bir gerekçesi olabilir mi? Olamaz. Peki, bir amacı olabilir mi? TMK’nın 5. maddesi ile bu amaç ortaya çıkmaktadır. Bu maddeye göre TMK’daki suçları işleyenlere ilgili kanunlarca verilecek hapis cezaları veya adli para cezaları yarı oranında arttırılacak ve üstelik bu şekilde verilecek ceza ilgili kanunlardaki cezanın yukarı sınırını aşabilecektir. Bu düzenlemeyle kanun önünde eşitlik ilkesi ortadan kaldırılmış, ayrıca suç ve cezanın kanunda gösterilmesi gerekliliğine ilişkin kanunilik ilkesi de çiğnenmiştir.
                            4- Temel kanun olan TCK’nın içinin boşaltılıp, paralel bir özel ceza kanunu yaratılmasının hukuki çıkarların korunmasına yönelik bir ihtiyaca cevap vermediği görülmektedir.Özel kanun olan TMK’da yeni suç tipleri düzenlenmemiştir.Yeni suç tiplerine ihtiyaç olsaydı dahi bunun temel kanun olan TCK sistematiği içinde yapılması gerekirdi.
                              5- Tabii hakim ilkesinin en can alıcı anlamı yargılama birliği ilkesi doğrultusunda yurttaşların tamamına maddi ceza hukuku alanında aynı eylemlere karşı aynı cezaları, ceza yargılaması alanında aynı usul kurallarını, infaz hukuku alanında aynı infaz rejimini uygulamaktır. Bu alanlarda farklı düzenlemelere göre uygulamalar yapmak tabii hakim ilkesine ve dolayısıyla adil yargılanma hakkına aykırıdır.
                             6- TMK, muğlak terör tanımı,aralarında TCK 314. maddenin de bulunduğu 3. maddede sayılan suçları kanun önünde eşitlik ilkesini de çiğneyerek doğrudan terör suçu sayması, ihtiyaçtan doğan özel suç tipleri öngörmemesi, cezalarda eşitlikten ayrılması, özel yargılama usulleri ve infaz kuralları getirmesi nedenleriyle anayasa ve evrensel hukukun temel ilkelerine aykırıdır. Bu nedenle adil yargılanma hakkının sağlanabilmesi bakımından TMK’nın tamamen kaldırılması gerekmektedir.Adil yargılanma istemek bir haktır ancak adil yargılanma hakkının gerçekleştirilmesini sağlamak demokratik hukuk devletinin birincil görevidir.
                        II-  TMK 7/1 ve TCK 314. MADDELERİNİN ANALİZİ
                           1-TMK’nın 7/1 maddesinde; cebir ve şiddet kullanılarak baskı, korkutma, yıldırma, sindirme ve tehdit yöntemleriyle aynı kanunun 1. maddesinde belirtilen tamamı muğlak ve kanunilik ilkesine aykırı olarak düzenlenmiş amaçlara yönelik olarak terör örgütü kuranlar, yönetenler ve üye olanların TCK 314. maddesi ile cezalandırılacağı belirtilmiştir.
                           2-3713 sayılı kanunun 4928 sayılı kanunla değişik 1. maddesinde düzenlenen “terör” tanımının çok geniş, soyut ve muğlak kavramlar üzerine oturtulmuş olduğu, belirsiz kavramların yer almasından dolayı kanunilik ve hukuki açıklık ilkelerini zedelediği açıktır. Bunun sonucu olarak adi suç işleyen ya da sivil itaatsizlik olarak nitelendirilebilecek eylemlerde  bulunan  kişilerin  terörist  olarak  nitelendirilip  ağırlaştırılmış  cezalarla mahkum
                                                                  -2-


edilmelerine neden olunabilmektedir. Sunday Times Gazetesi’nin Birleşik Krallık aleyhine açtığı davada AİHM 26.04.1979 tarihli kararında kanunilik ilkesinin ne anlama geldiğini açıklamıştır. Bu karara göre uygulanacak hukuk açıklıkla önceden görülebilir (foreseebility) olmalıdır. Yurttaşların  davranışlarını  düzenlemelerine  olanak vermek için yeterli      açıklıkta düzenlenmemiş bir norm, hukuk olarak kabul edilemez. Yurttaşlar belirli bir eylemin gerektirdiği sonuçları durumun makul saydığı ölçüde ve eğer gerekiyorsa uygun bir danışmayla önceden görebilmelidirler. Cezaya konu suçun maddi unsuru olan hareketin ve manevi unsuru olan kastın neye ve ne şekilde yönelmiş olması gerektiğinin açık, yoruma meydan bırakmayacak bir şekilde düzenlenmesi gerekmektedir.
                            3-Bu düzenlemeyle kanun koyucu adeta 1. maddedeki terör tanımından hareketle bir suç yaratmış ve  TCK’nın 314. maddesine atıfta bulunmuştur. Oysa TMK’nın 3. maddesinde TCK’nın 314. maddesi doğrudan terör suçu sayılmıştır. 314. maddede suç işleme amacına yönelik eylemler olarak TCK II. Kitap 4. Kısım 4. ve 5. bölümlerindeki suçlar gösterilmiş ve örgütün ‘silahlı’ olması unsur olarak aranmıştır. TCK’nın 314. maddesinin TMK’nın 3. maddesi ile sadece madde numarası verilerek doğrudan terör suçu olarak kabul edilmesi bu maddenin tüm unsurları ile birlikte TMK kapsamına alındığını göstermektedir. 7. maddenin gerekçesinde ,TCK’nın 314. maddesine yapılan atfın sadece ceza yaptırımlarıyla sınırlı olmayıp söz konusu suçun unsurlarının terör örgütü bakımından da göz önünde bulundurulması gerektiği belirtildiğinden ve 314. maddede silahın  tanımı yapılan örgüt açısından unsur olarak belirtilmiş olduğu anlaşıldığından, TMK’nın 7. maddesinde belirtilen suçun oluşması için terör örgütünün silahlı olması gerekmektedir. Ayrıca 7.maddenin kanunlaşması sürecinde TBMM İçişleri Komisyonu’nca düzenlenen raporda  da “ 7. maddede yapılacak değişikliğin terör örgütünün  ancak silahlı bir örgüt olabileceği konusuna açıklık kazandırmak üzere gerekli olduğu “ hususu belirtilmiştir. Böylece 18/07/2006 tarihinde yürürlüğe giren 5532 sayılı kanunla değişik 7. maddedeki değişiklik sonucunda terör örgütleri açısından “silahlı-silahsız”  ayırımı ortadan kaldırılmış ve 314. maddeye yapılan atıf nedeniyle artık terör örgütlerinin cebir ve şiddet kullanılarak baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemleriyle suç işlemek üzere kurulan  silahlı örgüt oldukları kabul edilmiştir.
                      4- TMK’nın 3. maddesinde düzenlenen ve  madde numarasıyla kapsam içine alınan TCK’nın 314. maddesindeki suçun en önemli unsuru örgütün silahlı olmasıdır.Yine TMK  7. maddesine göre  örgütün silahlı olmasının unsur olarak aranmasının yanı sıra   cebir ve şiddet kullanılması da unsur olarak gösterilmiş, bu cebir ve şiddetin baskı, korkutma, yıldırma, sindirme ve tehdit yöntemleriyle gerçekleştirilmesi aranmıştır
                                 
         
                                                             -3-

          III-ŞÜPHELİ HİDAYET KARACA’YA İLİŞKİN İSNADA YÖNELİK ANALİZ
                1-Şüpheli Hidayet Karaca’ya yöneltilen isnat silahlı terör örgütü kurma ve yönetmedir.Bu isnat, “Tahşiyeciler” olarak adlandırılan ve yine silahlı terör örgütü iddiasıyla yargılanmakta olan bir grup sanığın soruşturma sırasında usule aykırı olduğu iddia edilen soruşturma işlemlerine muhatap olmalarından  hareketle söz konusu soruşturma ve kovuşturmaları yönlendirdiği iddiasına dayanmaktadır. Bu nedenle öncelikle bu soruşturmayı değerlendirmeye almak gerekir.
                2-“Tahşiyeciler” isimli davada yargılanan kişilerin tümü hakkında soruşturma aşamasında  koruma tedbirlerine ilişkin tüm talepler  savcı ve hakim kararları doğrultusunda uygulanmış,yapılan itirazlar da yine mahkemelerce ret edilmiştir.Savcılık soruşturma sonunda dava açmış,kovuşturma başlamıştır.Gelinen noktada polislerin ya savcı ve  hakimleri terör yöntemleri kullanarak,kanuni tanıma göre cebir,şiddet ve tehditle korkutup sindirerek,baskıyla kararları elde etmeleri ya da söz konusu savcı ve hakimlerin iddia edilen silahlı terör örgütüne mensup olmaları gerekmektedir.İsnat başka türlü bir mantık yürütmeye imkan bırakmamaktadır.
              3-Hidayet Karaca’ya yönelik terör örgütü kurma ve yönetme isnadının başlangıç noktası “Tahşiyeciler” davasında yargılanan bazı sanıkların bu isnada yönelik iddialarına dayanmaktadır.Bunun dışında Hidayet Karaca’nın silahlı bir örgüt kurduğuna ve yönettiğine  ilişkin dosyada hiçbir delil bulunmamaktadır.O halde “Tahşiyeciler” isimli davanın tüm aşamalarında kararlar vermiş olan savcı ve hakimlerin şüpheli ya da tanık olarak dinlenmesi zorunluluk göstermektedir.İsnada göre örgütün silahlı olması gerektiğinden,polisin kendisine görev gereği verilen silahı unsur olarak kabul etme yorumunda bulunulduğu görülmektedir.Görev gereği verilmiş bulunan silahın hakim ve savcılar üzerinde tehdit unsuru olarak kullanıldığının ispatı şarttır.Bunun dışında polisin taşıdığı silah örgütün silah unsuru olarak kabul edilemez.Yargı pratiği içinde Türkiye’de sıkça karşılaşılan usule aykırılıklar görevi kötüye kullanma ya da görevi ihmal suçlarını oluşturabilirler.
             4-Ayrıca “Tahşiye” soruşturmasını yürüten polislerin Hidayet Karaca ile doğrudan ilişkilerini gösterir kanıtların da bulunması gerekir.Sadece “Tek Türkiye” ve “Şefkat Tepe”isimli  diziler üzerinden çağrışım ve imalara dayalı delil üretmeye kalkarak illiyet bağı kurmak  hukuka aykırılık oluşturur..İnternet ortamında yayılan Fethullah Gülen-Hidayet Karaca arasında yapıldığı iddia edilen  telefon görüşmesini delilmiş gibi değerlendirmek,hukuka aykırı bir delili dosya içinde tutarak tutuklama kararında kullanmak ve isnadı bunun üzerinden güçlendirmeye çalışmak hukuka aykırılık oluşturduğu gibi,mesleki etik kurallarına da uymaz ve suç oluşturur.Her ne kadar Fethullah Gülen’in avukatı söz konusu telefon görüşmesini kabul etmemiş ve suç duyurusunda bulunmuş ise de ; bunu yapmamış bulunsaydı dahi; bu kaydı, hukuka aykırı delil olduğundan hukuken ve kanunen değerlendirmeye almaya,ilintili sorular sormaya ve dosyada muhafaza etmeye imkan bulunmamaktaydı.

                                                            -4-

           5-Fethullah Gülen’in 06-04-2009 tarihinde www.herkul.org adlı internet sitesinde yayınlanan konuşması ile “Tahşiye” isimli gruba ilişkin başlatılan soruşturma arasında hukuken  illiyet bağı kurulması mümkün gözükmemektedir.Konuşmada Fethullah Gülen,cemaatin mensuplarına silahlanmaları yönünde bir çağrıda bulunmamakta; aksine bazı grupların silahlandırılarak teröre bulaştırılması ihtimaline dikkat çekmektedir.
          6-Aynı soruşturmaya ilişkin olarak Zaman Gazetesi’nde iki köşe yazarının köşelerinde yorum yapmalarıyla soruşturmanın yapılması arasında da illiyet bağı kurulamaz.Çünkü bu soruşturma bir çok yayın organında haber ve yorum olarak değerlendirilmiştir.Zaman Gazetesi’nde de  bu olayın haber yapılması ve iki köşe yazarının yorum yazısı yazmaları basın özgürlüğünün tabii bir sonucudur.
        7-Genelkurmay İstihbarat Daire Başkanlığı’nca Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na gönderilen 13 Mart 2009 tarihli yazıda, “Tahşiye”  oluşumunun El Kaide bağlantısına dikkat çekildiği,grubun başının ve mensuplarının Usame bin Ladin ve El Kaide terör örgütüne tam anlamıyla destek vermekte olduğu,grubun başı olan Mehmet Doğan’ın açıklamalarında El Kaide’nin süper bir güç olduğu,Türkiye’nin de İslam ordusu El Kaide’nin vereceği savaşla kurtarılacağını beyan ettiği belirtilmiştir.
          8-Milli İstihbarat Teşkilatı’nın Emniyet Genel Müdürlüğü’ne gönderdiği üç adedi 2008 yılında,diğerleri 17/02/2009 ve 30/04/2009 tarihlerinde olmak üzere Tahşiye Bilgi Notu açıklamalarından Mehmet Doğan’ın, Müslümanlar arasında çok sayıda münafık bulunduğu ve bunların bertaraf edilmesi gerektiği yönünde talimat verdiği ,kendi saflarına katılmayanların ceza olarak El Kaide’nin hedefi olacağı,diğer Nur cemaatlerine tehdit içerikli mektuplar gönderdikleri uyarısı yapıldığı anlaşılmaktadır.
        9-Gerek Genelkurmay Başkanlığı’nın KKK’lığına yazdığı yazıdan gerekse MİT ‘in Emniyet Genel Müdürlüğü’ne gönderdiği raporlardan açıkça anlaşıldığı üzere “Tahşiye” grubu hakkında devlet kurumları tarafından  istihbarata ilişkin soruşturma başlatıldığı,grubun El Kaide terör örgütüyle bağlantılandırıldığı, İstanbul Emniyet Müdürlüğü terör şubesinin bu doğrultuda faaliyete geçtiği anlaşılmaktadır.Bu durumda “Tahşiye” grubuna ilişkin soruşturma emrinin tamamen devlet dışındaki bir silahlı terör örgütü tarafından verildiği iddiası ortadan kalkmaktadır.Bunun aksini düşünmek gerek Genelkurmay’ın gerekse MİT’in Fethullah Gülen ve Hidayet Karaca’nın emrinde olduğunu kabul etmek demektir.
        10-Kaldı ki dosyada ne Fethullah Gülen’in ne de Hidayet Karaca’nın azmettiren olarak böyle bir soruşturmanın emrini verdiklerine ilişkin bir delil bulunmamaktadır.Ayrıca bu kişilerin ve mensuplarının silahları bulunduğuna ilişkin bir delil de yoktur.

                                                            -5-
      

     IV- DEĞERLENDİRMEYE İLİŞKİN SONUÇ
          1-Yukarıda yapılan değerlendirmelerin sonucu dosyada Hidayet Karaca’ya yüklenen ve TCK 314/1’de düzenlenen “cebir ve şiddet kullanarak anayasayı ihlal suçu işlemek amacıyla silahlı terör örgütü kurma ve yönetme” suçunun maddi ve manevi unsurunun oluştuğuna ilişkin bir delil bulunmamaktadır.
        2-Söz konusu suçun içinde bir amaç suça gönderme vardır.Soruşturmaya göre bu amaç suç TCK 309. maddedeki  cebir ve şiddet kullanarak anayasayı ihlal” suçudur.İsnada göre Hidayet Karaca, anayasayı ihlal amacıyla silahlı terör örgütü kurmuştur.Bu suçun sübutu için öncelikle amaç suç olan anayasayı ihlal suçunun ispatlanması gerekir.Bu suçu unsurlarına göre incelersek ;
        a) Maddi unsur
             Anayasanın öngördüğü düzeni ortadan kaldırmaya veya başka bir düzen getirmeye veya bu düzenin uygulanmasını önlemeye teşebbüs anlamında icra hareketlerinin bulunması ve bu hareketlerin suçun işlenmesine elverişli olması gerekir.Ayrıca hareketlerin cebri olması şarttır.Somut olayda devletin istihbarat örgütlerinin uyarısıyla emniyet tarafından yargı gözetimi altında yürütülen bir soruşturma fiilini anayasayı ihlale yönelik bir fiil olarak kabul etme imkanı bulunmamaktadır.Polis ve yargı adil yargılanma hakkını ihlal edecek usul hataları yapmışlarsa bu ancak göreve ilişkin suçların işlendiği iddiasını gündeme getirebilir.Bu tür fiiller anayasayı ihlal olarak değerlendirilirse emniyet ve yargı görevini yürütme imkanı kalmaz.
       b)Manevi unsur
           Anayasayı ihlal suçunun manevi unsuru özel kasıttır.Bunun dışında suçun maddede gösterilen fiillere yönelik saik altında ve bu saiklerin hedeflediği kasıtla işlenmiş olmaları şarttır.Hidayet Karaca’nın fiilinde anayasayı ihlal suçunu işlemeye yönelik özel bir kast olduğunu gösterir herhangi bir delil bulunmamaktadır.
     3-Sonuç olarak  Hidayet Karaca’nın fiilinde  amaç suçun ne maddi unsuru ne de manevi  unsuru bulunmamaktadır.Yani Hidayet Karaca’nın anayasayı ihlal suçunu işlemeyi amaç edinerek örgütlenmeye gittiğine yönelik bir delil bulunmadığından isnat kamu davası açmaya yetecek yeterlilik gücüne ulaşamamıştır.
       4-Amaç suçun oluşmamasının yanı sıra somut olayda silahlı terör örgütü kurma suçunun silah unsurunun da bulunmadığı görülmektedir.Hidayet Karaca ve diğer sanıklarda  soruşturma  sırasında  herhangi   bir silah  elde  edilmemiştir.Burada polisin

                                                              -6-

görevi gereği kendisine zimmetlenen silahı kast ediliyorsa somut olayda bunu silah unsuru olarak kabul etme imkanı bulunmamaktadır.Polis soruşturmayı Ordu ve Mit  istihbaratının yönlendirmesi,savcının nezaret ve emirleri ve hakim kararlarıyla yapmıştır.Bu nedenle silahını görevinin dışında kullandığı ya da kötüye kullandığı söylenemez.
      5-Yine silahlı terör örgüt kurma suçunun TMK 1. madde kapsamındaki unsurlarından biri silahlı örgütün cebir ve şiddet kullanarak baskı,korkutma ,yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden birisini kullanması gerekir. Somut olayda polisin yargıyla birlikte yürüttüğü bir soruşturmada hakim ve savcılara cebir ve şiddet kullanarak belirtilen yöntemlerden birini icra etmesi sonucu kararlar elde etmesi  gerekir.
       6-Silahlı terör örgütünün hangi silahlı unsurlardan oluştuğu,hangi hiyerarşik yapı içinde hareket ettiği, kimler üzerinde cebir ve şiddet kullanarak kanunda belirtilen yöntemleri uyguladığı hususlarına ilişkin olarak dosyada herhangi bir delil bulunmamaktadır.

SORU 2 : Gözaltı süreci, tutuklama, tutuklamaya yapılan itirazlar birlikte değerlendirildiğinde ceza muhakemesi ilkeleri ve AIHM kararları doğrultusunda nasıl bir değerlendirme yapılabilir?
MÜTALAA :
                    I- EVRENSEL HUKUK VE CEZA MUHAKEMESİ HUKUKU İLKELERİ
                       1-Şüpheli kişinin gözaltına alınmasına karar vermek için,suç işlendiği hususunda makul bir şüphenin bulunması gerekmektedir,aksi durumda gözaltı hukuka aykırı olur.AİHM, makul şüphenin,tarafsız üçüncü bir kimseyi ilgili kimsenin suç işlemesinin mümkün olduğuna ikna etmeye yetecek ölçü ve nitelikte bulunması gerektiğini belirtmiştir Yukarıda belirttiğimiz analiz karşısında isnat edilen suç bakımından makul şüpheden çok soruşturmayı başlatabilecek basit şüphe bulunduğunu kabul etmek gerekir.
                     2-Gözaltı sürelerinin,gözaltındaki kimsenin salıverilmesi veya hakim önüne çıkarılması bakımından sonuna kadar kullanılması her zaman hukuka uygun olmaz.Eğer gözaltı nedeni ortadan kalkmış veya gözaltına alınmakla güdülen amaca ulaşılmış veya hakim önüne çıkarılmak için yapılması gereken başka bir iş kalmamışsa sürenin bitmesine gerek yoktur.Gözaltı süreleri doldurulması gereken süreler olmadığı gibi bu sürelerin aşılması da gözaltında  yapılan  işlemleri  hukuken  sakatlayacak  ve  daha sonra  yapılacak  işlemleri  de

                                                           -7-

hukuka uygun olmaktan çıkaracaktır.Nitekim AİHM, de gözaltı süresinin aşılmasının sorgulama sırasında şüpheliye verilmesi gereken avukattan yararlanma hakkı olmak üzere diğer teminatları ortadan kaldırdığına karar vermiştir.Şüpheli Hidayet Karaca’nın hakim sorgusunun , 4 günlük gözaltı süresi 14 saat aşılarak yapılması adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini göstermektedir.
                          3-Bir bireyin özgürlüğü yalnızca çok ciddi nedenlerle sınırlandırılabilen çok önemli bir hukuksal değerdir.Bunun için kanuni dayanaklar yanında,adil yargılanma hakkı,maddi gerçeğin araştırılmasının asgari ölçütleri ve hukuk devletine özgü gerekliliklerin bulunması gerekir.Bu nedenle kişisel özgürlüğü kısıtlayan tutuklama kararının yeterli özgürlük güvencelerini içermesi ceza muhakemesinin vazgeçilmez koşuludur.Tutuklamanın kanunda öngörülmeyen amaçlar için kullanılması,kararların yeteri derecede gerekçelendirilmemesi,tutuklama sürelerinin orantısız biçimde uzun  tutulması bir hukuk devletinde kabul edilemez.
                       4-Tutuklama şartları gerçekleşmiş olsa bile başvurulması zorunlu olmayan bir koruma tedbiridir. Kural,soruşturma ve kovuşturmanın tutuklama olmadan yapılmasıdır. Hakim tutuklamada öncelikle kuvvetli suç şüphesi olgularının bulunup bulunmadığına bakacaktır.Bu olgular muhakeme sonucunda kişinin mahkum olma olasılığının yüksek olduğunu göstermelidir. CMK 100/3’te yer alan suç listesinde sayılan suçlar bakımından dahi tutuklama zorunluluğu yoktur..Hakim bu suçlarda bile suçun işlendiğine dair delillere dayanan kuvvetli  şüphe sebebinin varlığıyla yetinmemeli,ayrıca kaçma şüphesi veya delil karartma şüphesinin var olup olamadığını da incelemelidir.Listede yer alan suçun isnat edilmesi sadece bir karinedir ve bir karineden yola çıkılarak tutuklama yapılamaz.
                      5-Ayrıca hakim,adli kontrol uygulanmasının kanunen mümkün olduğu hallerde neden adli kontrol uygulanmasının yetersiz kalacağını veya amaca neden ulaşılamayacağını açıklamak zorundadır.
                     6-Tutuklama ve tutukluluğun devamına ilişkin kararlarda kanunun aradığı şartların her biri,gerekçelendirilmiş olarak yazılmak zorundadır.( Anayasa 141,CMK 100/2 )
                    7-Tutuklamanın kanunda belirtilen amaçlar dışında bir amaçla uygulanması hukuka aykırıdır.
                    8-Orantılılık prensibine göre tutuklamanın bütün somut etkileri ve kişinin sağlığına,ailesine,işine,ticari varlığına ve imajı da dahil olmak üzere hayatının bütün alanlarına etkisi değerlendirilmelidir.

                     
                                                              -8-
                  

                9-Somut olayda şüpheli kimsenin kaçacağına veya delilleri karartacağına yönelik somut delillerin bulunması,tutuklama nedeninin karar gerekçesinde açıkça belirtilmesi,elde edilen delillerin kuvvetli suç şüphesini ve tutuklama nedenlerinden birinin varlığını göstermesi gerekir. ( AİHM, Boicenco/Moldova,Memedova/Rusya kararları )
                10-Kaçma şüphesinin kabulü somut bir takım olguların varlığına bağlıdır.Mesela kişinin pasaport alması,ikametgahının veya sabit bir işinin bulunmaması,uçak bileti alması gibi olgular kaçma şüphesi uyandırabilir.Hakim kararında bu olguların neler olduğunu göstermek zorundadır.( AİHM, Labita/İtalya,Punzelt/Çek Cumhuriyeti kararları )
               11-Kaçma şüphesi,sadece şüpheli ve sanığın ileride mahkum edilebileceği cezanın ağırlığına göre varsayılamaz.Şüpheli veya sanığın karakteri,mesleği,dış dünyaya yansıyan davranışları,aile bağları gibi faktörler ile somut deliller birlikte değerlendirilmelidir.( AİHM,Neumeister/Avusturya kararı )
               12-Ayrıca başlangıçta tutuklama için var olan nedenler zaman geçtikçe zayıflayıp,kuşkulu hale gelebilir.Sonraki kararların meşruluğu için,o nedenlerin halen varlığını ve ölçülük koşuluna uygunluğunu sürdürmesi gerekir. ( AİHM, Kreps/Polonya kararı )
            II-DEĞERLENDİRMEYE İLİŞKİN SONUÇ
                1- AİHM,  gözaltı süresinin aşılmasının sorgulama sırasında şüpheliye verilmesi gereken avukattan yararlanma hakkı olmak üzere diğer teminatları ortadan kaldırdığına karar vermiştir. ( AİHM, Emrullah Karagöz/Türkiye kararı )Hidayet Karaca’nın hakim sorgusunun , 4 günlük gözaltı süresi 14 saat aşılarak yapılması adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini göstermektedir. Gözaltı süresi aşıldıktan sonra hakimin vereceği tutuklama kararıyla işlem hukuka uygun hale gelmez.
             2- İsnat edilen suça verilecek cezanın ağırlığı kendiliğinden sanığın kaçma                        tehlikesi bulunduğu gerekçesiyle tutukluluğunun devamını haklı kılmaz.Sanığın karakteri,ahlaki durumu, ikametgahı,mesleği,dış dünyaya yansıyan davranışları,aile bağları,tutukluluğa karşı gösterdiği tepki,başka bir ülkeye gerçekten kaçmayı planlayıp planlamadığı gibi faktörler somut delillerle birlikte değerlendirilir.(  AİHM,Neumeister/Avusturya kararı) Hidayet Karaca hakkında soruşturma başlatılacağının medyada yer alması üzerine Cumhuriyet Başsavcılığına giderek ifade vermek istemiş,Başsavcılıkça hakkında bir soruşturma bulunmadığı belirtilmiştir. Bunun hemen akabinde  hakkında yakalama kararı olduğunu öğrenmesinden sonra İstanbul Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube müdürlüğüne giden Hidayet Karaca için “kaçma şüphesi” nin varlığı kabul edilemez.

                                                                -9-
              
             3-Ayrıca,Savcılıkta ifade alınırken müdafiin itirazı üzerine soru olarak sorulmaktan vazgeçilen Fethullah Gülen ile Hidayet Karaca arasında geçtiği iddia edilen telefon görüşmesi kaydının tutuklamada gerekçe olarak kullanılması tutuklama kararının hukukiliğini ortadan kaldırır.Böyle bir kayıt hukuka aykırı delil olup,buna itiraz edilmezse dahi hukuka aykırılığını korur ve hiçbir karara dayanak yapılamaz.Yapıldığı takdirde buna dayanan işlem hukuken sakatlanır.
           4-Hidayet Karaca’ya ilişkin dosyadaki belge ve deliller incelendiğinde ve Anayasa,AİHS,AİHM içtihatları ve CMK göz önüne alındığında tutukluluğu gerektirir koşullar oluşmadığı gibi tutukluluk halinin devamına neden olabilecek yeni olgu ve delillerin de bulunmadığı görülmektedir.Hidayet Karaca’nın önemli bir medya grubunun yöneticisi olması,sosyal durumu,ikametgah sahibi oluşu,sabıkasızlık geçmişi,kendiliğinden teslim oluşu,dış dünyaya yansıyan davranışları  birlikte değerlendirildiğinde tutukluluk halinin devamının hukuka aykırı olduğu anlaşılmaktadır.

SORU 3 : 09.04.2009 Tarihinde Samanyolu TV’de yayınlanan Tek Türkiye dizisinde geçen bir replikte geçen ifadeler bir grubun hedef gösterilmesi, emniyete talimat ya da azmettirme olarak değerlendirilebilir mi? Dizi filmde geçen ifadeler örgüt mensuplarına yönelik talimat verme yöntemi olarak değerlendirilebilir mi? Zaman Gazetesi’nde yer alan köşe yazılarında tahşiyeciler adından bahsedilmesi nasıl değerlendirilebilir.?
MÜTALAA : Televizyon kanallarının birçoğunda dış ve iç istihbarat örgütlerinin ve polisin uygulamaları, hatta illegal operasyonları  bir senaryo içinde gösterilmekte ve dizi olarak izlettirilmektedir.Hatta bazı dizilerde senaryo güncel gelişmelerle birlikte yol almaktadır. Kuşkusuz bir sinema filmi,bir TV dizisi kurgudur.Birçok filmde ve dizide olayların ve karakterlerin gerçek olmadığı vurgulanır.Söz konusu alan bir özgürlük alanıdır.Bu alana yapılan bir müdahale sansür anlamına geleceği gibi kendi kendini sansür etmeye de yol açar.Söz konusu dizideki repliklerin polise ya da yargı mensuplarına bir talimat şeklinde olduğu kabul edilebilir bir iddia olamaz.Bir dizideki ima ve çağrışımları doğrudan  ya da dolaylı delil olarak kabul etmeye gitmek ceza muhakemesi hukuku ilkelerinden uzaklaşmak demektir. Basit şüphe dahi oluşturmayan bir olgudan soruşturma başlatmak  iyiniyetle bağdaşmaz.Polisin azmettirilerek soruşturmaya başladığı iddiasının ispatı bu azmettirmenin açık ve net yapıldığının doğrudan illiyet bağı kurularak ortaya çıkarılmasıyla  mümkündür. Ayrıca Zaman Gazetesi’nde yer alan iki köşe yazısında “Tahşiyeciler”den söz edilmesi üzerinden polis operasyonlarıyla bağlantı kurulması ciddiye alınacak bir değerlendirme değildir.Söz konusu oluşumla ilgili medyanın birçoğunda haber ve yorumlar yapılmıştır.Bu tip değerlendirme ve yorumların basın özgürlüğü ve halkın haber alma hakkı kapsamında anayasal ve evrensel güvenceler içinde olduğu açıktır.Bu yazılarla polis operasyonu arasında illiyet bağı bulunmamaktadır. 
                                                                   -10-

SORU 4 : Tahşiyeciler örgütüne yönelik işlendiği iddia edilen suçun “Anayasal düzene karşı işlenen suçlar” kapsamında değerlendirilmesi mümkün müdür?Tutuklama gerekçesi yapılan manevi cebir şartları,  bu dosya kapsamındaki deliller ve isnat edilen suç bakımından kabul edilebilir mi? Manevi cebrin oluşması için gereken şartlar nelerdir?
MÜTALAA : Söz konusu gruba yönelik polis operasyonu devletin istihbarat bilgi ve raporları doğrultusunda savcı gözetiminde ve hakim kararlarıyla ve tüm bu unsurların kanunlarla belirlenmiş görevleri çerçevesinde yapılmıştır.Bu fiilde anayasal düzene karşı bir suç işlemeye teşebbüs anlamında bir hareket ve kasıt bulunmamaktadır.Burada delilleri mevcutsa  yöneltilebilecek isnatlar görevi kötüye kullanmak,görevi ihmal,işkence ve eziyet etmek olabilir.Amaç suç olarak gösterilen Anayasal düzene karşı işlenen suçlarda cebir maddi ya da manevi olabilir.  Cebir ve şiddetten maksat, maddelerde öngörülen gayelerden birini sağlamak üzere hukuk dışı, meşru olmayan vasıtaların kullanılmasıdır.Manevî cebir,  tehdit ya da hile şeklinde ortaya çıkabilir. Cebir, suçun unsuru değil, suçun niteliğidir. Cebir ve şiddet, failin eyleminde aranmaz, bu nitelik meydana gelen hukuk dışılıktadır. Cebir ve şiddet, istenilen gayeyi gerçekleştirmeye yönelik gerek maddî ve gerekse manevî her türlü vasıtanın kullanılmasını ifade eder. Kullanılan cebir ve şiddetin neticeyi elde etmeye elverişli olup olmadığı önemlidir.Mesela TSK’nın 27 Nisan Muhtırası tehdit manevi cebri niteliğiyle TCK 311. maddesindeki suçu işlemeye elverişli olup,netice de gerçekleşmiştir.Çünkü muhtıra kurum adına ve manevi cebrin sonuç verebileceği silahlı bir güç tarafından yapılmıştır.Oysa somut olayda polis teşkilatının tamamının parlamentoya,hükümete ya da anayasal düzeni değiştirmeye yönelik manevi bir cebir tehdidi bulunmamaktadır. Aksine İstanbul Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şubesi’nde görevli bir kısım polisçe  hükümete bağlı istihbarat örgütlerinin ve savcının talimatıyla bir soruşturma yapılmıştır.Bu fiilde anayasal düzene yönelik bir fiil bulunmadığı gibi manevi cebir oluşturacak  bir tehdit de bulunmamaktadır.

SORU 5 : Genelkurmay başkanlığı istihbarat daire başkanlığının Mart 2009 Tarihli raporu ve Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat dairesinin Aralık 2008 Tarihli Tahşiyeciler raporu ışığında Fethullah Gülen’in 2009 Tarihli sohbetinin ve STV de 2009 da yayınlanan dizide yer alan senaryonun Emniyete Operasyon talimatı olarak değerlendirilmesi mümkün müdür?
MÜTALAA : Fethullah Gülen’in sohbetinin içeriği ve STV’de yayınlanan dizideki diyaloglar, operasyonla bu yayınlar arasında bağlantı olduğunu göstermemektedir.Bunun yanı sıra Genelkurmay Başkanlığı İstihbarat Daire Başkanlığı’nın,MİT’in ve Emniyet Genel Müdürlüğü’nün  “Tahşiyeciler” grubuna ilişkin rapor içerikleri bu iddiayı tamamen çürütmektedir.Aksi halde Fethullah Gülen ve Hidayet Karaca’nın Genelkurmay Başkanlığı ve MİT’ i  yönettiğini kabul etmek gerekir.
                                                                   -11-

SORU 6 : Sulh ceza hakimliklerince verilen tutuklama kararları ya da tutukluluğa yapılan itirazların reddi kararlarının gerekçesiz olmasını AİHS ve Anayasamızda yer alan “gerekçeli karar hakkı” çerçevesinde nasıl değerlendirilebilir?
MÜTALAA: 1-CMK 101/1’in emredici düzenlemesine göre savcının tutuklama isterken mutlaka gerekçe göstermesi ve ayrıca adli kontrol uygulamasının yetersiz kalacağını belirten hukuki ve fiili nedenlere yer vermesi gerekir.Aynı şekilde mahkeme de tutuklamada bu emredici düzenlemeye uymak zorundadır.Maddenin2.fıkrasına göre tutuklamaya, tutuklamanın devamına veya bu husustaki bir tahliye isteminin reddine  ilişkin kararlarda ; a)Kuvvetli suç şüphesini,b/Tutuklama nedenlerinin varlığını,c)Tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu, gösteren deliller somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterilir.
                     2-Hem 1982 Anayasası,hem de CMK mahkemelerin tüm kararlarının gerekçeli olmasını zorunlu kılmaktadır.AİHM kararlarına göre gerekçe olarak“suçun niteliğine,delillerin durumuna ve dosyanın içeriğine ilişkin” gibi basmakalıp terimler kullanılması hukuka uygun değildir.Uygulamada tutuklamaya veya tutukluluğun devamına ilişkin kararlarda sıkça kullanılan bu tabirler tutukluluğun devamını haklı göstermez.(Letellier-Fransa, Tomasi-Fransa,Tymoshenko-Ukrayna kararları )
                   3-Hidayet Karaca’ya ilişkin tutuklamaya ve tutuklamanın devamına ilişkin kararlarda Anayasa,CMK ve AİHM içtihatlarınca hak olarak kabul edilmiş bulunan “gerekçeli karar hakkı” ihlal edilmiştir.Söz konusu kararlarda gerekçesizlik olarak değerlendirilebilecek “kuvvetli suç şüphesinin devam ettiği”,”suçun önemi”,şüphelinin tutuklu kaldığı süre”,”kaçma şüphesinin devam ettiği” gibi somutlaştırılmamış,basmakalıp (stereo-type) ,genel,soyut ve hukuka aykırı tabirler kullanılmış,savunmanın taleplerine yönelik nedenler irdelenmemiş ,bu hususlara cevap verilmemiştir.Nitekim AİHM,Türkiye’yi bu nedenlere bağlı olarak tahliye talebiyle ilgili kişiye başarı şansı ve umudu sunmaması sonucu AİHS’nin “özgürlük ve güvenlik” başlıklı  5/4 hükmünü ihlal ettiği gerekçesiyle mahkum etmiştir.( AİHM Koşti ve diğerleri-Türkiye,Mehmet Özcan ve diğerleri kararları)
                 4-Sulh Ceza hakimlerinin bu konudaki ortak tutumu objektif tarafsızlıklarının sorgulanmasına neden olduğu gibi Birleşmiş Milletler ve Avrupa Konseyi’nce benimsenen ve HSYK’ca da hakimlere tebliğ edilen BM Bangalor Yargı Etiği ilkelerine de aykırılık oluşturmaktadır.Bu ilkelerden somut olayla bağlantılı olan bazı ilkeler şunlardır.
                      a)Değer 1: BAĞIMSIZLIK
                         İlke: Yargı bağımsızlığı, hukuk devletinin ön koşulu ve âdil yargılanmanın temel garantisidir. Bundan dolayı hâkim, hem bireysel hem de kurumsal yönleriyle yargı bağımsızlığını temsil ve muhafaza etmelidir.

                                                                      -12-
                       
                   Uygulama: 1.1 Hâkim, doğrudan ya da dolayısıyla her hangi bir sebeple ya da her hangi bir yerden gelen müdahale, tehdit, baskı, teşvik ve tüm haricî etkilerden uzak, olayları değerlendirmesi temelinde, vicdânî hukuk anlayışı ile uyum içerisinde bağımsız olarak yargısal işlevini yerine getirmelidir. 1.3 Hâkim, yasama ve yürütme organlarının etkisi ve bu organlarla uygun olmayan ilişkilerden fiîlen uzak olmakla kalmayıp, aynı zamanda öyle görünmelidir de. 1.6 Hâkim, yargı bağımsızlığını sürdürmede esas olan yargıya yönelik kamusal güveni güçlendirmek amacıyla, yargı etiği ile ilgili yüksek standartlar sergilemeli ve bunları ilerletmelidir.
                        b)Değer 2: TARAFSIZLIK
                                      İlke: Tarafsızlık, yargı görevinin tam ve doğru bir şekilde yerine getirilmesinin esasıdır. Bu prensip, sadece bizatihi karar için değil aynı zamanda kararın oluşturulduğu süreç açısından da geçerlidir.
                                      Uygulama: 2.1 Hâkim, yargısal görevlerini tarafsız, önyargısız ve iltimassız olarak yerine getirmelidir. 2.2 Hâkim, mahkemede ve mahkeme dışında, yargı ve yargıç tarafsızlığı açısından kamuoyu, hukuk mesleği ve dava taraflarının güvenini sağlayacak ve artıracak davranışlar içerisinde olmalıdır. 2.3 Hâkim, duruşma ve karar aşamalarında, kendisini yargılamadan zorunlu olarak el çektirecek olasılıkları makul ölçüler içerisinde asgariye indirecek şekilde hareket etmelidir. 2.5 Hâkim, tarafsız olarak karar veremeyeceği durumda veya makul olarak düşünme yeteneği olan bir kişide tarafsız olarak karar veremeyeceği izlenimi yaratması halinde, yargılamanın her hangi bir aşamasına katılmaktan çekinmelidir.
                  5-Kişi hak ve özgürlüklerini sınırlayıcı kararları almakla yetkili hakimlerin Bangalor Yargı Etiği kurallarına aykırı davranmaları sonucu unsurları oluştuğu takdirde cezai sorumluluklarının doğacağı,bunun yanı sıra hukuki taleplerle karşılaşabilecekleri açıktır.Bunun dışında Türkiye’nin AİHM’ce mahkum olması sonucu ödenecek tazminatlarda her yurttaşın ödediği vergilerin katkısı bulunduğu ,demokrasi ve hukuk standardı kaybının ülkenin itibarını sarsacağı da düşünülmek zorundadır.

SORU 7 : Sulh Ceza Hakimliklerinin kuruluş süreci ,işlem ve kararları göz önüne alındığında, bu hakimlikler tabii hakim ilkesine uygun mudur?
MÜTALAA : 1-Tabii hakim (olağan hakim ), kanunla olaydan önce kurulmuş yetkili yargılama makamındaki hakimdir.Tabii hakim ilkesi,yürütme erkinin yani siyasi iktidarın yargılama makamları üzerindeki muhtemel tesirini önlemek için kabul edilmiş bir güvencedir. Olağanüstü  hakim  ise,  bir  olaydan  sonra o olaya yönelik olarak kurulmuş veya olaya göre

                                                               -13-

sonradan yetkili kılınmış  hakimdir.Hakimin gözü hatta kulağı kapalı olarak elindeki terazinin tam tartmasının en önemli koşulu tüm etkilere ama özellikle siyasi iktidara karşı korunmasıdır.Buna hakimin tarafsızlığı ya da objektifliği denir.Hakimin tarafsız kalamayacağı veya tarafsızlığının tehlikeye girdiği görülen hallerde  hakimin reddi usulü işletilerek o hakimin yargılama yetkisi kaldırılır ve tarafsızlık sağlanır.
                       2-Dönemin başbakanı yolsuzluk soruşturması üzerinden kendisine darbe yapıldığını,bu darbenin  hizmet hareketi olarak tanımlanan cemaatin uzantıları tarafından gerçekleştirildiğini,bunun bir terör faaliyeti olduğunu,bunların üzerine gidilmesi için gerekli kanuni değişiklikler yapıldığında inlerine girileceğini ,operasyonların hız kazanacağını belirterek özgürlüklerimizin sınırlanması konusunda kapalı devre çalışacak bir sulh ceza mahkemeleri sistemi yaratmıştır.Bu düzenleme bütün bir ceza muhakemesi birikimini ve ilkelerini yok etmiş,hukuk güvenliğini ortadan kaldırmış,özgürlükleri tehlikeye sokmuştur..Böylece siyasi iktidar meydana gelmiş bir olaydan sonra açıkça tabi hakim ilkesine aykırı hakimlikler kuracağını beyan etmiş ve Adalet Bakanının HSYK’daki konumundan istifade ederek kendi amacına hizmet edecek hakimleri nakletme fırsatını bulmuştur.Bu durumda bu mahkemeler en baştan olağan hakim olmaktan çıkmış ve objektifliklerini yitirmişlerdir. Üstelik özgürlükleri kısıtlama yetkisi verilen bu hakimliklerin kararlarına bir üst mahkemede itiraz edilebilmesi imkanı kaldırılarak hak ve özgürlüklerin yok edilmesi sonucunu doğuran  kapalı devre sistemine geçilmiştir.Bu durum siyasi iktidarın planlı bir objektiflik ihlalini hedeflediğini göstermektedir.
                  3-Bu mahkemelerin kuruluş süreci,suçtan sonra ihdas edilmiş olmaları ve özellikle tutuklamaya ve tutukluluk halinin devamına ilişkin kararlarındaki tutum ve ısrarları,topluma güven vermedeki zafiyetleri, bu hakimliklerin hem tabii ( olağan ) hakim ilkesine hem de hakimin tarafsızlık ilkesine uygun olmadıklarını göstermektedir.

SORU 8 : 29.Asliye Ceza Mahkemesinin reddi hakim kararıyla 32.Asliye Ceza Mahkemesinin tahliye kararı ve bu kararları yok sayan diğer mahkeme kararları ceza muhakemesi kuralları ve evrensel hukuk bakımından nasıl değerlendirilebilir ?Gelinen süreç bakımından ortaya çıkan hukuki durum nedir ?
MÜTALAA : 1- Başta Hidayet Karaca  müdafii olmak üzere aynı soruşturma dosyasında şüpheli olarak bulunanların müdafileri yukarıdaki maddede belirtilen gerekçelerle birlikte söz konusu hakimlerin soruşturma sırasındaki davranışlarını ve  tutuklama ve tutukluluğun devamına ilişkin kararların Ceza Muhakemesi Kanunu ve Anayasa’daki esaslara ve  AİHM

                                                                -14-


içtihatlarına aykırı olarak gerekçesiz sayılacak şekilde verilmesini gerekçe göstererek tüm sulh ceza hakimleri için reddi hakim talebinde bulunmuşlardır. 29.Asliye Ceza Mahkemesi CMK 24-28. maddelerinden kaynaklanan yetkisi dahilinde ret başvurusunu inceleyerek evrensel hukuka ve özellikle AİHM içtihatlarına uygun bir karar vermiş,24/04/2015 tarihli kararı aşağıdaki gerekçelere dayandırmıştır.
            -- Doğal yargıçlık ilkesi; bir uyuşmazlık hakkında karar verecek olan hakimin, o uyuşmazlığın doğmasından önce kanunen belli olmasını ön gören ilkedir. Bu prensiple uyuşmazlığın olaydan sonra çıkarılacak bir kanunla kurulacak bir mahkeme tarafından yargılamasının yapılması yasaklanmaktadır. Aydınlanma çağında keyfiliğe engel olmak üzere geliştirilen bu ilkeyle kişiye ve olaya özel mahkeme kurma imkanının ortadan kaldırılması hedeflenmiştir. İç hukukumuzda 1982 Anayasanın 37.maddesinde düzenlenmiştir. Anayasa Mahkemesinin 20 Ekim 1990 tarih, K 1990/30 sayılı kararıyla hukuk devletinde doğal yargıçlık ilkesinin tanımı yapılarak çerçevesi çizilmiştir.
          -- Sulh Ceza Hakimliklerinin kapalı devre yargı düzenini getirdiği dolayısıyla AİHS Ek 7 nolu protokolün 2. maddesinde düzenlenen "cezai konularda iki dereceli yargılama hakkı" ilkesine aykırı olduğu kamuoyunda gündeme getirilen konular arasında yer almış ve Sulh Ceza Hakimliklerinin kuruluşuyla ilgili tartışmalar da son bulmamıştır.
-- Hakimin bağımsızlığı; hakimlerin bağımsız bir organ tarafından atanması, atandıktan sonra siyasi ve idari etki, telkin ve baskılardan uzak durması, ortamdan bağımsız hareket etmesidir. Yargının devlet organlarının etki ve müdahalesine karşı korunmasına "dış bağımsızlık” , meslek içi etki ve baskılara karşı korunmasına ise "iç bağımsızlık" denmektedir.
 --Hakimin Tarafsızlığı; yargılamada taraf tutmaması, objektif olması, karar verirken kişiliğinden soyutlanmasıdır. Tarafsızlık AİHS’nin 6.maddesinde yer alan gerekliliklerden birisidir. Madde "yasayla kurulmuş, bağımsız ve tarafsız "mahkemenin zorunluluğuna vurgu yapmaktadır. Mahkeme çeşitli içtihatlarıyla tarafsızlık konusunda kriterler ortaya koymuştur. Bunun yanında referans kabul edilen çeşitli uluslararası belgelerde de hakimin tarafsızlığı konusunda hassasiyetle vurgu yapılmaktadır.
     -- AİHM’nin Megyeri/Almanya (12 Mayıs 1992 tarihli) ile Brannigan ve McBride/Bırleşık Krallık (26 Mayıs 1993 tarihli ) kararlarına göre, AİHM’nin 5. maddesi kapsamında bahsedilen "hakim" veya "mahkemenin" bazı özelliklere, yargısal güvence ve niteliklere sahip olması gerekmektedir. Bu özellikleri taşımayan makamların sözleşmenin 5. maddesi kapsamındaki hakim ya da mahkeme olarak kabulü mümkün değildir.


                                                                -15-
   
             --Tutuklamaya karar verebilecek hakim veya mahkemenin sahip olması gereken nitelik ve yargısal güvencelerin başlıcaları şöyle sayılabilir; "Tarafsız ve bağımsız olmaları gerekir" (AİHM’nin D.N./İsviçre, 29 Mart 2001 tarihli Büyük Daire Kararı) , "Kanunla kurulmuş olmaları gerekir" (AİHM’nin Lavents/Letonya, 28 Kasım 2002 tarihli kararı), "Çekişmeli yargılama ve silahların eşitliği ilkelerine saygılı olmalıdır" (AİHM’nin Nikolova/Bulgaristan, 1999 tarihli Büyük Daire Kararı).
       --AİHM'nin Brudnicka ve diğerleri/Polonya kararına göre, bağımsızlığın olup olmadığının anlaşılması açısından özellikle yargılamayı yapan hakimin yada mahkeme üyelerinin atanması usulü, görev süresi, dış etkilere karşı garantilerin olup olmadığı ve bu mahkeme ya da hakimin dışarıdan bakıldığında bağımsız görünüp görünmediği gibi hususlar da göz önüne alınmalıdır.
         --Sayılan bu özellikler göz önüne alındığında: kişilerin hürriyetine ağır bir kısıtlama getiren tutuklama ya da tutuklamanın devamına, tahliye talebinin reddine karar verecek makam ile tahliye talebinin reddi durumunda itiraza bakacak olan mahkemenin; soruşturma makamları tarafından suç olduğu iddia edilen fiillerin işlenmesinden önce kanunla kurulmuş, tam bir tarafsızlık ve bağımsızlık içinde görev yapan bir makam olması gerekmektedir.
-Yukarıda Belirtilen Tüm Bu Yasal Düzenlemelerin ve İçtihatların Işığında; Şüpheliler Müdafiilerinin Hakimin Reddi Talepleri Konusunda Yapılacak Değerlendirme:
-Yürütme organlarının Sulh Ceza Hakimlikleri kurulmadan önce ve sonra Sulh Ceza Hakimlikleri konusunda basına yansıyan söylemleri,
-Sulh Ceza Hakimliklerindeki sorgu aşamasında basına da yansıyan bir kısım iddialar,
-Sulh Ceza Hakimliklerine atanan hakimlerden bir kısmının görevi kabulden imtina etmeleri, tutuklama kararı vermeyen yada tahliye karan veren Sulh Ceza Hakimlerinin yetkilerinin değişmesi.
-Sulh Ceza Hakimlikleri kurulduktan sonra çeşitli soruşturmalardaki kolluk operasyondan önce ve operasyon sırasında tutuklanacak kişilerin sosyal medya hesaplarından önceden ilan edilmesi.
-Tutukluluğun devamına ilişkin tüm hakimlerin benzer şablon kararlar vermesi, hususları bir bütün olarak değerlendirildiğinde; şüpheliler müdafilerinin hakimlerin tarafsız olmadığı yönündeki iddialarının AIHM'ce çerçevesi çizilen objektif tarafsızlık kriterlerinden haklı sayılabilir yeterli somut nedenin bulunduğu, kanaatine varıldığı anlaşıldığından;”
                                                            -16-
                2-Kanuna ve usule uygun verilmiş bulunan 29.Asliye Ceza Mahkemesinin reddi hakim talebinin kabulüne  ilişkin 24/04/2015 tarihli kesin karar hukuk aleminde yerini almıştır.Bu karar kesin olduğundan bir başka merci tarafından denetlenmesi mümkün değildir.Bu karara karşı ancak CMK’nın 309. maddesinde düzenlenen ve olağanüstü kanun yolu olan “kanun yararına bozma” yoluna gidilebilir.Buna göre kararda hukuka aykırılık olduğunu öğrenen Adalet Bakanlığı,kararın Yargıtayca bozulması istemini,yasal nedenlerini belirterek Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına yazılı olarak bildirir.Oysa  İstanbul 10. Sulh Ceza Hakimliği hiç yetkisi olmadığı,üstelik mahkeme olmayıp yetkileri belli konulara münhasır bir hakimlik olduğu halde kanunu ve hukuku yok sayarak  İstanbul 29. Asliye Ceza Mahkemesinin reddi hakim taleplerinin kabulü kararının yok sayılmasına karar vermiştir.10.Sulh Ceza hakimi bakımından cezai ve hukuki sorumluluk doğmuştur.
       3-29.Asliye Ceza Mahkemesi, sulh ceza hakimlerinin reddi istemini kabul yönünde karara bağladıktan sonra müdafilerin tahliye istemlerini karara bağlamak üzere CMK m.27/4 uyarınca dosyayı nöbetçi 32.Asliye Ceza Mahkemesine göndermiştir. Mahkeme,yetkisi dahilindeki  tahliye başvurusunu inceleyerek evrensel hukuka ve özellikle AİHM içtihatlarına uygun bir karar vermiş,25/04/2015 tarihli kararını aşağıdaki gerekçelere dayandırmıştır.
         --Tutuklama tedbirinden önceki aşama olan CMK 91.maddesinde göz altı süresinin 24 saat ve çok sanıklı  ve delillerin toplanmasında güçlük bulunan durumlarda ise bu sürenin 3 gün daha uzatılabileceği, nihayetinde 4 gün süre sonunda CMK 91/5 maddesi gereğince şüphelilerin derhal serbest bırakılacağı ya da hakim karşısına çıkarılacağı amir hükmü düzenlenmiştir. Dosya evrakı incelendiğinde şüphelilerin 4 günlük göz altı süresi geçtikten uzunca bir süre sonra tutuklandıkları açıktır. AİHM Zeynep Avcı Türkiye davasında tutuklanan kişinin (o tarihte gözaltı süresi 15 gün) 21 gün gözaltında tutulmasını sözleşmenin 5/1 maddesine aykırı bulduğu ve hak ihlali tespit ettiği açıktır. Göz altı süresi aşıldıktan sonra verilen tutuklama tedbiri mutlak suretle kişinin CMK 91/5 maddesine göre serbest kalması gereken ya da hakim karşısına çıkartılması süresinin aşıldığında tutuklama işlemi usul hukuku açısından sakat bir hale gelmiştir. Nitekim Prof. Dr. Osman Doğulu - Dr. Atilla Nalbant ( İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi açıklama ve önemli kararlar 1 .Cilt ) de belirttiği şekilde yasal süreyi aşan gözaltı dönemi aşıldıktan sonra yargıcın verdiği tutuklama kararı ile iş hukuka uygun hale gelmez, mahkumiyet halinde bütün göz altı döneminde verilecek hapis cezası cezasından düşürülecek olduğu düşüncesiyle yasal süreyi aşan göz altı süresinin iç hukuka uygunluğu savunulamaz şeklinde göz altı süresinin ehemmiyetini belirtmiştir.
--Anayasamızın 19. Maddesi tutuklanan kişilerin makul süre içerisinde yargılamanın yapılması soruşturma ve kovuşturmanın devamı süresince serbest bırakılmayı isteme hakkı vermiş, ayrıca 13. Maddesi tutuklama tedbirinden önce CMK 109 maddesindeki diğer Adli Kontrol Hükümlerinin ölçülülük ilkesi gereğince verilmesi gerektiği açıktır.

                                                 -17-


               --Mahkeme kararlarında tutuklamaya sevk edilen kişilerin tutuklama gerekçelerinde hangi olgular ile kuvvetli suç şüphesinin varlığı kanaatine ulaştığını bildirmek durumundadır. Evrak incelendiğinde kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösterir olgu ve delillere rastlanılmadığı gibi hatta CMK 170 maddesinde ifadesini bulan iddianame düzenlenmesi için suçun işlendiğini gösterir "yeterli şüphe" boyutunda dahi delil ve olguya rastlanılmamıştır. Nitekim tutuklamayı yapan Sulh Ceza Hakimi tutuklama gerekçesinde bu olguların neler olduğunu ayrı ayrı yazmamıştır.
--Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren yargıç daha sonra CMK 100 maddesi gereğince tutuklama nedenlerinin bulunup bulunmadığını tartışması gerekmektedir. (CMK 100 maddesi tutuklama nedenlerini şüphelinin kaçması şüphesini uyandıran somut olguların varlığı ve delillerin karartılacağı konusunda şüphelilerin davranışları nedeniyle kuvvetli şüphe oluşturuyorsa bu tedbire başvurabilir, AİHM bu durumu isnat edilecek suça verilecek cezanın ağırlığı kendiliğinden sanığın kaçma tehlikesi bulunduğu gerekçesiyle tutukluluğun devamını haklı kılmaz. Kaçma tehlikesi ile ilgili olarak sanığın karakteri, ahlaki durumu, ikametgahı, mesleği, mal varlığı, aile bağları, kovuşturulduğu ülkedeki bağlantıları, tutukluluğa karşı gösterdiği tepki,başka bir ülkeye gerçekten kaçmayı  planlayıp planlamadığıgibi unsurlar incelenmesi gereken diğer unsurlardır ( Neumeister esas hakkındaki gerekçe bölümü sayfa 10 kararında göstermiştir ) bu karar ışığında dosyamız şüphelilerinin Emniyet görevlisi olan meslekleri ve şüpheli Hidayet Karaca’nın gazeteci olması , ikametgahları, bir çoğunun kendiliğinden gelip teslim olmaları, vb. durumları nedenleriyle kaçma şüphesi içerisinde olmadıkları evraklardan açıkça anlaşılmaktadır.
           --Şüphelilerin delil karartma ihtimali bulundukları delillerin neler olduğu, tutuklama ve devamı kararlarında tartışılmamıştır.
           --Yukarıda yazılı koşullar sıralı olarak gerçekleştikten sonra tutuklama tedbirinden önce CMK 109 maddesinde karşılığını bulan ve Anayasanın 13 maddesinde "ölçülülük" ilkesi gereğince CMK 109 maddesinde düzenlenen diğer Adli Kontrol tedbirlerinin neden yetersiz kalacağı hususunun tartışılması gerekmektedir. Nitekim klasörler incelendiğinde AIHM yukarıda yazılı kararındaki kriterler tartışılsa idi şüphelilerin bu kriterler ışığında tutuklama tedbirinden önce adli kontrol tedbirine dahi gerek olmadığı evrakların incelenmesinden anlaşılmıştır.
          --Tutukluluğa itiraz ya da yasal sürede gözden geçirme yapılarak devamına ilişkin verilen kararlarda incelenmesi gereken hususlar ilk tutuklama kararında tartışılan nedenlerden mutlaka ayrıksı olmalı, Anayasamızın 19.maddesinde ifadesini bulduğu şekilde güvenlik-özgürlük dengesinde özgürlüğünün kısıtlanmasının devamına ilişkin yeni deliller mutlak suretle bulunmalı ve yalnızca ilk verilen tutuklama kararındaki şartların değişmemiş olması şeklindeki ifadeler ile tutukluluğun devamına karar verilemeyeceği, yine tutukluluğun belli süreyi aşmasını engelleme görevinin İlk Derece Mahkemelerine ait olduğu (AİHM B.No:2012/239 02.07.2013 Sayfa 61,62)
                                                                   -18-
     

         --AİHM Yasadaki tutuklama nedenlerine ilişkin terimleri ya da uygulamaları kalıp ifadeleri tekrarlamakla yetinen ve yasadaki tutuklama nedenlerini olayla ilişkilendirmeyen Ulusal Mahkemelerin tutukluluk konusundaki kararlarını soyut olmakla (Netellier Sayfa 51) veya basma kalıp olmakla (Yağcı ve Sargın Sayfa 52, Demirel Sayfa 58 ) veya ayrıntıdan yoksun olmakla (Simumova Sayfa70) eleştirilmektedir. AİHM bu tür kararlan gerekçesiz veya gerekçesi yetersiz kararlar olarak görerek sözleşmenin ihlal edildiği sonucuna varmaktadır.
      --Dosya klasörleri incelendiğinde Sulh Ceza Yargıçlarının ayrı ayrı verdikleri tutukluluk halinin devamına ilişkin kararlarının tümü yukarıda yazılı AYM ve AİHM kararlarında belirtilen gerekçeye uygun olmadığı, ilk tutuklama kararı verilmesi koşullarında değişiklik olmaması şeklinde yasanın aramadığı gerekçelerle tutukluluğun uzatıldığı görülmektedir.
      --Şüphelilerin tutuklanmasının üzerinden geçen uzunca süreye rağmen C.Savcısının hangi delilleri topladığı ya da toplamaya çalıştığı ve makul süre içerisinde C.Savcılığının soruşturma evrakını niçin müptezaya bağlamadığını tartışmamış olduğu, bu bağlamda şüphelilerin üzerlerine atılı suç vasfının değişme ihtimalinin bulunduğu hususu göz ardı edilerek değerlendirme dışında bırakıldığı yine gözden geçirme kararlarından anlaşılmıştır.
--Dosya, klasörler ve CD ler incelendiğinde yukarıda tartışılan usul yasası ile AYM ve AİHM İçtihatları doğrultusunda tutukluluğu gerektirir olgu ve delillere rastlanmadığı gibi, şüphelilerin tutukluluk hallerinin devamını gösterir yeni olgu ve delillere ulaşılamadığı, ayrıca şüphelilerin meslekleri, sosyal durumları, karakterleri ve ahlaki durumları. sabıkasızlık geçmişleri, ikametgahları, mal varlıkları, aile bağları, tutukluluğa karşı gösterdikleri tepki, kendiliklerinden gelip teslim olmaları gerektirir nedenler görülmemiştir.”
4- Kanuna ve usule uygun verilmiş bulunan 32.Asliye Ceza Mahkemesinin Hidayet Karaca ve diğer şüphelilere ilişkin, savcı tarafından itirazı mümkün olmayan 25/04/2015 tarihli tahliye kararı hukuk aleminde yerini almıştır.Bu karar hiçbir makamın incelenmesine ve denetlemesine tabi olmayıp,derhal uygulanır.Anayasa m. 138/4’e göre “Yasama ve yürütme organları ile idare,mahkeme kararlarına uymak zorundadır;bu organlar ve idare,mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez.”Kararı uygulamayanlar ve onları azmettirenler birlikte anayasayı askıya almış olmaktadırlar.Anayasal bir suçun yanı sıra haklarında tahliye kararı verilmiş   bulunanlara yönelik olarak da “kişiyi hürriyetinden yoksun bırakma” suçu mütemadi bir şekilde işlenmektedir.Daha sonra yeni hakim görevlendirilmesiyle oluşan    İstanbul 32. Asliye Ceza Mahkemesinin daha önce aynı mahkemece verilmiş ve  hukuk aleminde kesinleşmiş bir kararı yok sayma kararı verme yetkisi bulunmamaktadır.İtirazı mümkün olmayan ve hukuk alemine doğmuş bir kararı yetkisi olmayan bir başka hakimin ortadan kaldırması hukuk güvenliğini yok eder.32..Asliye  Ceza hakimi bakımından cezai ve hukuki sorumluluk doğmuştur.
                                                          -19-
   


5-Dosya içeriği, 29.Asliye Ceza Mahkemesinin reddi hakim kararıyla 32.Asliye Ceza Mahkemesinin tahliye kararı ve bu kararları yok sayan diğer mahkeme kararları birlikte incelendiğinde Hidayet Karaca bakımından  baştan itibaren tutuklamayı gerektiren nedenler bulunmadığı,soruşturma aşamasında da kuvvetli şüphe durumunu somutlaştıran bir delil elde edilemediği,tutuklamanın devamı kararlarının AİHM içtihatlarına aykırı olarak kurulduğu,32.Asliye Ceza Mahkemesinin tahliye kararının hukuk aleminde varlığını devam ettirdiği,tahliye kararını yok sayan mahkeme kararının hukuk aleminde yok hükmünde olduğu,tutukluluk durumunun devamının herhangi bir hukuki ve yasal dayanağının kalmadığı ve tutukluluğun kişiyi hürriyetinden yoksun bırakma fiili durumuna dönüştüğü anlaşılmaktadır.

SONUÇ VE KANAAT : Yukarıda gerekçelendirilen nedenlere dayalı olarak bilimsel kanaatim aşağıda belirtilmiştir.
                                            1- Hidayet Karaca’nın fiilinde kendisine  isnat edilen silahlı terör örgütü kurmak ve yönetmek suçunun maddi ve manevi unsurları bulunmamaktadır.
                                          2-Hidayet Karaca hakkında 32.Asliye Ceza Mahkemesi’nce verilen 25/04/2015 tarihli tahliye kararına kadarki süreçte; tutuklama nedenleri bulunmadığı gibi tutukluluğun devamı kararlarında da devamı gerektirir hukuki ve yasal bir neden bulunmamaktadır.25/04/2015 tarihinden itibaren ise Hidayet Karaca tahliye olmuş şüpheli statüsüne geçmiş bulunduğundan, halen hukuken hürriyetinden yoksun bırakılan mağdur durumundadır.04/05/2015

                                

                                                                                        Yrd.Doçent Dr.Ümit Kardaş
                                                                                        Em.Askeri Hakim

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

İşkence ve kötü muamele suçları cezasız kalmaz

İşkence ve kötü muamele suçları cezasız kalmaz Av. Fikret Duran Türkiye’de işkence iddiaları hep gündemde olmuştur. Askeri darbelerden sonra...